12 Kasım 2009

Günün Şarkısı: She & Him - Please, Please, Please, Let Me Get What I Want

The Smiths kadar güzel söylemeseler de "her cover güzeldir" mantığı ve kendileri ile ilgili birkaç şey yazma isteğim yüzünden günün şarkısının bugünkü konuğu oldu bu uzun isimli şarkı. 500 Days of Summer'ın soundtrackinde yer alan (çalıp çalmadığını hatırlamıyorum) şarkı She&Him'in coverladığı birçok şarkıdan sadece biri. 2006 yılında -dünyanın bütün enlerine sahip- Zooey Deschanel ve M.Ward tarafından kurulan grup 2008 yılında Volume One adındaki ilk albümlerini çıkarmış. Why Do You Let Me Stay Here şarkısı Billboard'da 64. sıraya kadar çıkmış. Ayrıca grubun ikinci albümü Volume Two da önümüzdeki yıl piyasaya sürülecek. Şarkıdan hiç bahsetmedik, şunu söyleyim: Bırakın bu şarkıyı The Smiths söylesin.

Supernatural 5x08 - Changing Channels




Supernatural'ın kıyameti erteleme taktikleri devam ediyor. Geçen sezondan alıştığımız bir normal bir baba bölüm teorisine göre bu bölümün dolu dolu melek-şeytan savaşıyla alakalı olması lazımdı; ama bölüm bu beklentileri karşılayamadı. Başlangıcında daha önce 2 kere karşılaştıkları Trickster ile ilgili bir bölüm gibi gözükse de bölümün sonlarına doğru işi yine kıyamete bağladılar. Ayrıca bu bölüm Michael'dan sonra bir başka büyük melekle de tanıştık. Korkutmaktan çok güldürmeyi amaçlayan bölüm gösteriyor ki yapımcıların elinde konu kalmamış !

Not: Bunu saymayız 509'da melek-şeytan kapışması isteriz.

11 Kasım 2009

Günün Şarkısı: Neil Diamond - Love on the Rocks

Aslında 90 ve öncesinin şarkılarından hiç haz etmem. Bana çok basit ve etkisiz gelirler; ama JoyFm tipi vurucu ötesi aşk şarkıları yakalayınca da affetmem. Chuck'ın 2. sezonunda, Casey kafaları çekerken dinlediği Neil Diamond - Love on the Rocks şarkısı, çok rahat Tanju Okan - Hasret etkisi yaratabilir. Şarkı 1980 çıkışlı The Jazz Singer albümünde yer alıp hit listelerinde üst sıralarda kendine yer bulmuş.

Hemen ekleyelim, birçoğumuzun çocukluğu kahramanı Martı Jonathan Livingston filminin soundtrackleri de Neil Diamond'a aitmiş.

10 Kasım 2009

Ready - Go !

Bugün Spor Aşkı'nda izlediğim, bilek güreşi hocasından duydum, bilek güreşinde müsabakalar Ready...Go ! deyince başlıyormuş. Ben de bomboş geçen gündüzden sonra saat 9 çeyrek itibariyle yarınki vizeye çalışmaya nihayet başlıyorum.

İşin komiği, millet 9çeyrek a.m.'de başlarken, benim 9çeyrek p.m.'de başlamam. Bahanem hazır: "Vizeden kim kalmış !"

She...







Yukarıdaki filmle ilgili yazımda yavşayamadığım Zooey Deschanel'e içimi burada dökeceğim...

Yes Man'de ilk defa gördüğüm, hayranı olduğum, daha sonradan "Nasıl olsa unutrum" dediğim, ardından The Happening filminde tekrar gördüğüm, hayranlığımı daha da artırdığım, ondan sonra iyice takip etmeye başladığım son olarak da bu filmle beraber artık iyice "sapığı" olduğum Zooooooooeeeeeeeeyyyyyyyyyyyyyyyy...................

Bir blogda Sharapova için yazılan "Anladım yalanmış başka sevgiler" lafını dahi -kırocanca olmasına rağmen- Zooey için düşünüyorum, aptal hayran tavırlarına girip aşığııııııııımmmm yhaaa triplerine girmeyeceğim tabi ki, (içimden binlerce kez böyle bağırsam da) ama "hayranlık" çok yetersiz kalıyo duygularımı ifade etmeye.


Son olarak; Zooey'nin eşi, Death Cab'in tipsiz solisti Ben Gibbard için: "YOU LUCKY SON OF A BITCH"

500 Days of Summer




2 ayrı arkadaş grubum sağolsunlar, uzun süredir beklediğim bu filmi sinemada izleyemedim, kaderde bu filmi vlc player'da sabah 11de izlemek de varmış. Bunun tek iyi yanı bazı sahnelerde filmi durdurup doya doya Zooey'mi izleyebilmem...

"Genç adam, genç kızla tanışır.. Erkek aşık olur.. Kız aşık olmaz...Gerçek aşkın varlığına inanmayan bir kadınla (Deschanel), ona aşık olan genç adamın (Gordon-Levitt) sıradışı, romantik ve komik hikayesi." Filmin bu şekilde özetlenmesi bakan çoğu kişi, filmi klasik bir sonla biten, klişe bir aşk filmi sanabilir; ama filmin başındaki "Bu bir aşk filmi değildir." uyarısıyla itibaren, olağandışı bir filmde olduğunuzu anlamaya başlıyorsunuz. Filmde sık sık gördüğümüz lostvari flashback ve flashforwardlar filmin orjinalliğini artıran en büyük etkendi. Adındna da anlaşılacağı üzere, Tom ve Summer'ın hikayesinin 500 günün bazen ileri, bazen geri giderek çok eğlenceli bir şekilde izliyoruz. Ayrıca Tom'un12-13 yaşlarındaki bir arkadaşından aşk konusunda akıl alması da filme daha bir sevecenlik katıyor. İddialı bir soundtracke sahip olan filmde, sık sık çok hoş şarkılar da duyuyoruz. Ayrıca, Zooey Deschanel'in filmdeki karaokede söylediği Nancy Sinatra'nın "Sugar Town" şarkısı da albümde bonus track olarak yerini almış, tabi ki Zooey'nin sesinden. Son olarak, filmin sonu hiç de beklendiği gibi değil, sadece şunu söyleyelim bazen sonbahar (Autumn), yazdan(Summer) daha sıcak olabilir.

İtina ile Tüyap'a Gitmeme Bahanesi Bulunur

Her yıl Ekim - Kasım civarı düzenlenen (tamamen sallıyorum) Türkiye'nin en büyük kitap fuarına 5 yıldır gitmemeyi başarıyorum. ilk 3 yılı hatırlamasam da son 2 yılın bahaneleri dün gibi aklımda. Geçen yıl fuara birkaç ay kala yana yana "Oğlum bu yıl fuara 2-3 gün gitmeyi düşünüyorum, alacağım tonla kitap var. Belki imza günlerine bile katılırım lan !" şeklinde gezerken fuar yaklaştıkça çok ustaca kıvırmayı başardım. Malum, ekonomik krizin pençesindeyiz, hangi birimizi vurmadı ki bu kriz. Ben de buna sığınarak (tamamen yalan) "Şimdi gidersem kendimi tutamam bir sürü kitap alırım (yalaaan), en iyisi bu yıl pas geçeyim, seneye para biriktirir giderim." bahanesiyle vicdanımı rahatlatıp geçen yılı pas geçmiştim. Bu yıl da benzer bir şekilde, sene içinde hangi kitapçıya gitsem "Şimdi almayım, fuarda daha da ucuzlar toptan alırım tüm istediğim kitapları." palavrasını 2-3 ay sürdürüp nihayet Ekim sonu geldiğinde "Hassiktir fuar vizelerle çakışıyor, tühhh" (Sen çok yaşa iü yönetimi) şeklinde bu yıl da vicdanımı rahatlatmayı başarım. Seneye Allah kerim !

Vizeye 1 Gün Kala

Yarın Pure Theory of International Trade adına sahip Allah'ın belası bir dersin vizesi var. Vizeden 1 gün önce tüm gün evde boşsanız haliyle çalışmanız gerekir ki saat 5 olmuş daha kapak açmadım. Önce Zooooooeeeeeeeey'ciğimin filmini izledim, 1 saat falan ona hayran kaldım. Sonra Haftanın Renkleri ve Spor Aşkı'nın tekrarını izledim. Arada gaza gelip 1 tane de NBA08 maçı yaptım. Sanki yarın sınavda bunlardan soracaklar. Neyse daha sabaha 14 saat var, umutları tüketmeyelim !

9 Kasım 2009

Ali Usta @ Eminönü

Eminönü tramvay duraklarını geçince büyük meydandan içeri kaptırıyorsunuz. Ordan sonra ise herhangi bir esnafa "Burada bi' çiğköfteci Ali Usta varmış tarif eder misin?" diye sorup dükkanı buluyorsunuz. 4 yıldır sürekli bu lanet Eminönü'ne gidip gelmeme rağmen ancak geçen yıl keşfedebildim bu madeni. Oldukça ara bi' sokakta faaliyet veren Ali Usta meğersem yıllardır bırakın Eminönü'nü tüm İstanbul'a çiğköfte sağlıyormuş da haberim yokmuş. Bu yazdıkalarımdan çiğköftenin çok lezzetli olduğu anlaşılıyor olabilir; ama tam tersi, en kibar tabirle: "bok gibi" Peki neden Ali Usta? Öncelikel koca bir dürüm ve koca bir ayran sadece 2,5 TL. Daha önemlisi ise Ali ustamızın muhabbeti, takılmaları, bağırması vs. Mesela, sıra beklerken (evet en az 10 kişilik sıra var ne zaman gitsem) canımız çekmesin diye herkesin eline bir tutam çiğköfte tutuşturması, size "Apo, Maho, Sado" tipinde isimler takması, NBA muhabbeti (!) yapması gitmek için yeterli sebepler. İstanbul'da oturan herkes mutlaka bir defa gitmeli, çiğköfte sevsin sevmesin...


Gelelim başlık içinde başlığa: Nedir bu Ali Usta çılgınlığı ? Neden dürümcü olsun, çiğköfteci olsun, pideci olsun, usta olduğunu zanneden herkesin adı Ali ? Başlı başına bir tez konusu.

Monetary Economics Faciası

2009-2010 sezonu vizelerinin açılış maçında karşılaştığımız Monetary Economics dersinin esefle amına koyayim ! Oysa ki ne umutlarla girmiştim sınava. Terminolojimi hiçe sayarak "Amaç 70" demiştim. Ama gel gör ki 40 puan değerindeki aptal ötesi 2. kısım tüm planları alt üst etti. Ulan kitaptaki tüm formülelr sorulru mu ! Hadi sorulur da öyle "şu formülü yaz..." şeklinde mi !


Ama moral bozmak yok, boktan soru tarzını öğrendiğimiz dersin finalinde görüşmek üzere.