12 Temmuz 2010

İlahi Adalet

Tam 31 gün önce başlayan, Afrika kıtasında düzenlenen ilk Dünya Kupası dün oynanan final maçıyla sahibini buldu. Son Avrupa şampiyonu İspanya, en büyük favori olduğu dünya kupasını da müzesine götürerek daha önce hiçbir kupa bulunmayan müzelerine son 2 yıldaki ikinci kupayı götürme başarısını yakaladılar.

Hiç kuşkusuz İspanya, turnuva boyunca tüm dünyanın sempatiyle baktıkları takımların başında geliyordu. Özellikle 2 yıl önceki Avrupa Şampiyonasındaki mükemmel futbolları, taraflı tarafsız herkesin beğenisini kazanmıştı. Hele ki 2004 Yunanistan ve 2006 İtalya'nın savunma ağırlıklı futbolla gelen zaferlerinden sonra.

Daha önce uluslararası alanda hiçbir başarısı olmayan Yunanistan'ın sadece savunma yaparak kazandığı 2004 Avrupa şampiyonluğundan sonra 2006 yılında da Hollanda, Arjantin, Almanya gibi hücumcu takımların arasından savunmasıyla sıyrılan İtalya'nın şampiyonluğu futbolun artık savunma ağırlıklı bir oyuna döndüğü tehlikesinin habercisiydi, ama 2008 Avrupa şampiyonası, gururla söylüyorum ki bizim milli takımımızın da büyük katkısıyla, hücum futbolunun yeniden kontrolü ele aldığı bir şampiyona olmuştu. Özellikle İspanya'nın o büyüleyici futbolu, tüm dünyada büyük beğeni toplamış ve son 2 turnuvadaki kaygıları da azaltmıştı.

2010 Dünya kupasında da genel olarak zevkli ve hücumcu maçlar izlediğimiz söylenebilir. Sonuca baktığımızda da İspanya'nın turnuvayı sonuna kadar hakettiğini rahatlıkal görebiliyoruz. Oynadığı her maçta topa hükmeden, sürekli pres yapan, sürekli gol arayan bir takımın bunun meyvelerini toplaması gerçekten çok önemli. Tek üzücü konu İspanya'nın rakibinin Hollanda olmasıydı. Portakallar her turnuvada harika oynar, herkesin beğenisini kazanır ama ne yazık ki hemen elenirlerdi. Bu defaysa finale kadar geldiler ama karşılarında dünyanın en iyisi vardı, direnemediler, akıbetleri 74 ve 78'deki gibi oldu. Umarım bu jenerasyonla en azından bir Avrupa şampiyonluğu yaşarlar ama İspanya oldukça zor.

Rıdvan Dilmen finalden sonra "en iyi olan kazandı" yorumunu yaptı. Gerçekten de çok adil bir turnuvaydı, dünyanın en iyisi, dünyanın en büyüğü olduğunu kupayla tescilledi. Tebrikler.

1 Temmuz 2010

Zaytung

Ben bu harika yeri çok geç tanıdım. Yine de zararın neresinden dönerseniz kardır mottosuyla sıkı sıkıya sarıldım bu siteye ! Beni bilenler bilir, çok gülerim, çok ama. Hatta bazen, ciddi bi' şeyler söylerken insanlar dalga geçtiğimi zannederler. İşte Zaytung tam benlik, sadece "dalga" her şeyle ama her şeyle. Çok şeyler buldum bu sitede beni anlatan, çok sevdim sizi yoldaşlar. Genelde uzun yazılmış haberleri daha komik oluyor, buraya sığmaz onlar o yüzden kısalardan bir kaç hisse sunayım hemen:

"Sınırları dahilinde Kardeşler Pide Salonu bulunmayan yerleşim birimlerine devlet yardımı geliyor..."

"Ramazan Davulcuları Derneği: ''Vuvuzeladan sonra daha 'sempatik' göründüğümüzün farkındayız..." "

"Manchester United'ın yeni teknik direktörü, kendisini 28 yıllığına "Kırmızı Şeytanlar"a bağlayan sözleşmeye imza attı. "

"Liechtenstein'ın EURO 2020 için başvurusuna kırmadan nasıl cevap verileceği UEFA'nın kafasını kurcalıyor... "

www.zaytung.com | çok sevin \o/

Emekli Hayatı

Tamam kabul, normalde de çok sosyal biri değilimdir, ama hiç böylesi olmamıştı. Bugün üst üste evde "durduğum" 5. günüm. Yakında komşu ablalarla münasebetim başlayacak diye tırsıyorum. Şunu anladım ki evde oturmayı sevmek için evde oturmayı özlemek gerekiyormuş, yoksa pek sıkıcı olabiliyor. Neyse ki Wimbledon var o/ Off iyi hatırlattım kendime hemen bir wimbledon kritiği yapayım.

24 Haziran 2010

Kariyering

Moroning felsefesinin en birinci hareketi olan Vodafone ve Ernst & Young'u reddetme gafletinde bulunduktan sonra, uğruna terkettiğim sergiden de ses çıkmayınca kendimi Kariyer.Net'in şefkatli kollarına attım tekrar. Bugün 2 yerle görüştüm. DHL ve Oxygen. Ve bilmiyorum hala kalkan götümün inmeyişinden midir nedir sanki onları istiyor da ben nazlanıyormuşum havası vardı görüşmelerde. Hem DHL hem Oxygen çok kafama yattı, ama işte ikisinin de negatif yanalrı var, hatta birbirlerini tamamlıyorlar. DHL para veriyor, hatta garip bir formül önerdiler staj + saha + staj 3 aylık, ama sonrası yok. Oxygen ise harika bir gelecek vadediyor, ileride çalışam şansı sunuyor, üzerime çok yatırım yapılacak ama ilk 2-3 ay para yok =/ Para lazım ama =/

Ayrıca yarın Danone'da İK için mülakata giriyorum, ardından yine Oxygen'e gidiyorum. Rastgele bana \o/

22 Haziran 2010

One Love - 9

Geçen yıl Yasemin Mori ve Starsailor için, gayet müzikal sebeplerle gittiğim festivale bu yıl çalışan (Hayatiiiiiiiiiiiiiiii) olarak gittim, ne de olsa Ting Tings dışında gelen gruplar beni ilgilendirmiyordu. Bol bol foto çekildik, ne de olsa Hayatiydik. Bir çok kişiye aynı açıklamayı yapmak zorunda kaldık, omza almıyoruz, sıra beklemiyoruz gibi. Neyse paramı aldım, festivale beleş girdim, çok mutluyum \o/

Malum bizim iş saat 10da bitti, ucundan ting tingsi izlerken içkiyi biraz fazla kaçırmışım üstünüze afiyeeeet, biraz değilmiş ya baya fazla [efes musluğuna ağız dayamak nedir lağn !] İçimdeki apaçi falan ortaya çıkmış diyolar, ama biliyorum hep o viskinin yüzünden. Ben masum biralarımla gayet mutluydum. Ama komikti ya, bazı şeyleri kesik kesik hatırlıyorum. Milletin elinden biraları falan aldım, standdaki birine burası kasıyo msn var mı dedim, kustum falan. Tek kötü yanı ertesi günkü bütünlememe girememiş olmam ki kolay sormuş aq

15 Haziran 2010

:@

Kendime kızdım an itibariyle. Farkettim ki sırf üşengeçliğim yüzünden çoğunu tanımama rağmen takip ettiğim harika bloglardaki yazıları hiç okumuyorum, eminim bir çok şey kaçırıyorumdur. Artık daha sık okumaya çalışacağım, tekil hayatım minik bir devrim daha yapmak üzere yani \o/

Sıkı !

Az önce ananemler (anneanne, grandma) geldi, bilmiyordum geleceklerini sürpriz oldu. Sırf sadece hoşgeldin - melaba muhabbetinde takılı kalmayım diye, daha yeni dışarıdan geliyor olmama rağmen, "Hava nasıl ?" diye sordum, "Sıkı sıcak, dışarı çıkman !" diye cevap aldım. O an ananemi hala pek sevdiğimi anladım.

Koparılan Çiçekler

Artık herkes rahat olsun, dünyadaki bütün aksiliklerin, problemlerin, sorunların, ters giden şeylerin sebebini buldum: KOPARILAN ÇİÇEKLER

Bence bu harika bi' terapi, her suçu koparılan çiçeklere atarak tekil hayatımızın vicdanını rahatlatabiliriz. O çiçekler koparılmasaydı bööyle bööyle olmazdı diyebiliriz.

5 Kilo Vardır

Bendeki taşşak 5 kilo vardır bence. 2 yıldır alttan alttan aldığım Hukuk dersimin vizesine -harbiden- çalışıp 85 almıştım, hatta kesin artizlik olsun diye buraya da yazmışımdır. Neyse, final dönemi neye güveniyorsam Hukuk'a girmedim (hukuğa değil) aynı gün başak bir finalim vardı diye kendimi avuttum. Geldi çattı büt günü. Zaten 5 bütüm var, içlerinde en geçilebilecek olan bugünküydü ama ben 1buçuktaki sınav için 1i 10 geçe motoruna bindim lan ! Nedir bu rahatlık olum ? Cidden o 5 kiloyu ameliyatla aldırmayı düşünüyorum artık, 2 kiloya indirseler yeter =/

Dippest note: Sınava 10 dakiak geç girdim, süre zaten 25 dakikaymış vee vee vee en az 70 bekliyorum \o/

3 Haziran 2010

Ütopyalar Güzeldir

Ütopya lafı, sanırım antik Yunan bilmem nesinden günümüze gelmiş. Plüton ya da başak bir filozofun kurmak istediği yaşam biçimi sanırım, bunun için hiç araştırma yapamam şimdi. Önemli olan günümüzde nasıl kullanıldığı. Aşırı, uçmuş, gerçekleşmesi zor hayallere, hatta bunlar tekil hayatlarla ilgili olsa dahi günümüzde ütopya damgası rahatlıkla vurulabilir. Çok resmi girizgahtan sonra dökmeye başlıyorum içimi.

Çoğu insan sever hayal kurmayı. Bazıları gerçekleşecek, gerçekçi olan hayalelr kurar bazılarıysa sadece temennilerinden oluşan bir yapı inşa eder zihninde. İkinci şıkkı seçenlerin sonu haliyle iyi olmaz, ama bazen insan bunu bile bile körü körüne kaptırır kendisin tekil hayatının ütopyasına. Çünkü anlayamazsın bazen her şeyi, çok kaptırmışsındır kendini, sağlıklı düşünmekten aciz hale gelmişsindir. Sana göre plan, gerçekte ise ütopya olan o amaca ulaşmayı o kadar çok istersin ki görmezsin etrafını. Şimdi bu kadar laftan sonra hala ütopyalar güzeldir demek mallık olsa da buna da "mallık güzeldir" teziyle karşı çıkarım ! Ütopyalar bal gibi güzeldir. Bu pislik, fazla gerçekçi, yaralayıcı dünyadan bir an için de olsa kaçmamızı sağlarlar. Bırakın ütopistler [ben uydurmamışımdır umarım] istedikleri gibi cirit atsınlar tekil hayatlarının ütopyalarında. Ne güzel demiş Mor ve Ötesi 23 adlı şaheserinde "Lütfen beni uyandırma !" ama onlar da gerçeğin dayanılmaz cazibesine kapılmış olacaklar ki şarkının içinde tekrardan bu kez "Lütfen beni hemen uyandır" diyorlar. Sanırım uyanıp uyanmamak biz tekil hayatlara kalmış. Bol ütopik günler...

Alttaki videodaki şarkının adı Ütopyalar Güzeldir, dağılan Anima'nın solisti Ceylan Ertem söylemiş. Azıcık araştırma yaptım, aklımda kalanalrı yazayım: Şarkı aslen Fransızcaymış, Ferhan Şersoy, Ferhangi Şeyler'de bu şarkıyı söylermiş hep. [ya da başkası söylermiş] Sözleri pek naif, vurucu.

Düşten de mor bir aşkı, yaşadın da gittin yar
Bir gittin ki sus oldu, pusa büründü hisar
Bir vapur dumanıyla sanki gelecek gibi
Bir gün gelecek elbet, ütopyalar güzeldir
Onu bana verseler vermeseler ne yazar
Ben bir kadın sevdim ki evim artık gül kokar
Bir vapur dumanıyla sanki gelecek gibi
Bir gün gelecek elbet, ütopyalar güzeldir



27 Mayıs 2010

Zaman Geçer, Büyürüz, Sertleşir Dünya

Küçükken ne rahatmışım. Meğersem insanın yaşıyla dertleri doğru orantıdaymış. İlkokuldayken servisimin üzerindeki "habire yahşi lisesi" yazısıyla dalga geçilmesi; ortaokuldayken sınavdan 1 aldığımı aile nasıl açıklarım diye düşünmem; lisedeyken aptal aptal şeyleri kafama takmam derken, al işte, her zaman istediğim şeyim artık, büyüğüm. Belli ki büyümenün fırsat maliyetini hesaba katmamışım. Zaman geçti. Büyüdüm. Sertleşti dünya.

4 Mayıs 2010

Fire !

Fire ne demektir ? Eksik, noksan anlamına gelir. 2 gündür haberlerde "Hitler-İnönü" kelimelerinden osnra en çok duyduğumuz kelime sanırım "fire" Neden peki ? Çünkü AKP fire vermiş !? Bu nasıl bir sunuştur yahu ? Fire verdi ne demektir ? 300 küsür milletvekiline sahip, Türkiye'nin her ilini temsil ettiğini iddia eden, "muhafazakar-demokrat" olan bir parti, toplumu bu kadar ilgilendiren, kamuoyunu bu kadar meşgul eden, önemli kurumların hassasiyetini bu kadar zorlaştıran bir anayasa değişikliği paketine hep aynı görüş çatısı altında mı yaklaşmak zorundadır ? Bakanalr kurulundaki gibi boş kağıda imza atıp üzerini Başbakan'ın doldurduğu durumlara mı gelmelidir ? Niye fire diyorlar ? Seçilmiş !!!!! mileltvekillerinin kendi iradeleri bu kadar mı zayıf. Eeeee, seçil miş değil de atanmış milletvekili olunca demek ki böyle oluyormuş, sürü psikolojisine boyun eğiliyormuş. Neyse ki "8 fire" verildi ki tartışılan 3 maddeden biri geçmedi, buna da şükür. Başbakan oylamadan sonra milletvekillerini toplamış yamacına, çok duygusal ! bir knouşma yapmış, ağlatmış herkesi. Nedense bu bana pek serbest bir çağrışım yapıp Sümüklü Amerikan'ı hatırlattı. Umarım Akepeliler yanlarına, hocaları gibi, tuvalet kağıdı almayı unutmamışlardır.

Dün madde geçmeyince, Deniz Baykal hemen bir açıklama yaptı. Tartıştığımız 3 maddeden biri geçmedi, diğerleri de geçmezse, paketin geri kalan kısmı için yapılacak oylamaya katılıp, kabul oyu veririz dedi, ama ne yazık ki bu olumlu adım bu akşam tartışılan 2. madde olan, Anayasa Mahkemesini değiştiren maddenin geçmesiyle gerçekleşemeden kayboldu. Şimdi sırada HSYK'yı çökertme maddesi var, haydi bakalım "fireler" görelim sizi.

L'orealing




Uzun süredir yazamadığım için geride kalmışım, bayat bir haber vereyim. Üşenmaden gittiğim, İTÜ'ye hayran kalıp döndüğüm Loreal seminerinden sonra gaza gelip hemen reveal the game zımbırtısını bitirip özgeçmişimi yolladım. 15 Mayıs'tan sonra oyunu bitirenlerden başlanacakmış staj görüşmelerine. Nedendir bilmem Vodafone gibi Loreal'den de çok umutluyum, her ne kadar oyundaki derecem beni tatmin etmese de görüşmeye çağrılacağıam dari bir his var bende. Ondan sonrası ise zaten kolay, umarım ikisi birden olur da uykusuz gecelerimde Vodafone mu Loreal mi lan !? diye arada kalırım.

Ayrıca şunu da belirtmek isterim, bu İTÜ'lüler ne moronmuş be arkadaş ! Koskoca Loreal ayağına gelmiş, salon bomboş. Gelenler de sus pus, bütün soruları ben sordum be !


Dippest note: L'oreal'e girersem, kiletime "Çünkü ben buna değerim" yazacağım. Evet, bunu yapacağım arkadaş.

Vodafoneing




Dikkat ettim de, hayatımın son 1 yılında büyük bir yer kaplayan kariyer planlarımdan, elektronik günlüğümde, bu bana ileride çok lazım olacak mecrada hiç bahsetmemişim. Bir de İK'cıyım diye geçinirim be. Neyse asıl konuya gelirsek, Kariyer.Net'ten başvurduğum 5475 firmadan biri olan Vodafone, ki önceliklik tercihlerimden, bugün beni aradılar ! Daha önce de mailime bir test yollamışalrdı, bugün arayıp test olumlu, bir de telefon mülakatı yapmak isteriz dediler. Hay hay dedim de demez olaydım be kardeşim, 7 aydır mülakata iş veren olarak girmeye o kadar alışmışım ki bir adayın nasıl kıvrandığını adeta unutmuşum. Normal mülakat olsa neyse, telefonda olucna daha da stres oldum, karşımda sürekli kafasını sallayıp "hı-hı" diyen biri lazımmış meğersem. Mülakat genel anlamda güzel geçse de özellikle ingilizce konuşma kısmında resmen "dıkandım haaaaa ! " Ulan aklıma çalışkanın ingilizcesi gelmedi, sürekli but umm, but umm, but umm dedim =/ Gerçi geri kalan kısım parlak sayılır, tutarlı konuştum falan ama bakacağız, 1 aydan az bir süre kaldı yeni bi' yer bulmama. Haftaya Sütaş'a adiyos diyorum ne de olsa. Anaaa ben bunu da söylememiştim sana değil mi elektronik günlüğüm ? Neyse bu vesileyle de öğrenmiş oldun, başka firmalara yelken açıyorum artık.


Dippest note: Yarın da sırf arayıp randevuyu iptal ettirmeyi unuttum diye Nielsen'le görüşmeye gidiyorum, artis artis karşıalrıan çıkıp teklifi beğenmedim diyeceğim =p

Hey !

Selam sana sevgili elektronik günlüğüm, ne zamandır sana yazmaya üşeniyordum. Gerek sınavlar, gerek stajing, gerek üşengeçlik, gerek klavyemin sağ shift ve nokta tuşlarının bozuk olması derken, 2-3 hafta hasret çektik senlen. Şimdi düşünüyorsundur bu herif bu gazla döktürür ama nerdeeeeeeee ! Hala yeteneksizim be blog, hala sadece ileride okumak için yazıyorum. Arayı uzatmamak dileğiyle, geçmiş doğum günüm kutlu olsun.

21 Nisan 2010

Bu Gidiş Nereye Jack ?



Jack is back dedik, ilk sezonlardaki ruhu yakaladık dedik, oley dedik ama son bölümde neler yaptın sen öyle Doktor ? Nedir bu kadercilik ? Yoksa "aday" olma hırsı mı ağır bastı ha ? Koltuk sevdası değil mi itiraf et. Gerçi henüz bilmiyoruz doğru mu yaptın yanlış mı ama şunun şurasıdna öğrenmeye 6,5 gün kaldı.

Bu bölümün bomba sözü, Locke: "Endişelenme Jack, artık benimlesin." olsun.


Dippest note: Benjamin'siz bölümler pek yavan, nerede o eski sezonlardaki çakal Ben !

Pep




Barça'nın genç hocası Inter maçı öncesi yine ortalığı kırıp geçirmiş. Efsane isimli yanardağım bıraktığı küller yüzünden kilitlenen hava trafiği nedeniyle Barcelona'dan Milanoya 1000 km'lik bir kara yolculuğu sonucu gelen Barça takımının hocasına bu olay sorulduğunda:

"Inter'e CSKA Moskova'yı elediği için teşekkür ediyoruz, yoksa Moskova'ya gidemeyip hükmen yenik sayılırdık !" gibi herkesi kırıp geçiren bir yanıt vermiş.

Ayrıca hafta içi bazı Real Madridlilerin Inter'i destekledikelri yönündeki açıklamalara da üstü kapalı bir şekilde "1000 km'lik kara yoluyla şampiyonlar liginde yarı final oynamak, maçları evde televizyondan seyretmekten iyidir !" şeklinde eleştirmiş.


Dippest note: Bu maç yerine "Papatyam" dizisini veren Star TV'ye de küfürlerimi iletiyorum.

I'm Happy :)




Arada sırada farkederdim bunu ama son zamanlarda iyice belirgin olmaya başladı. Hayatım mutluluk taklidi yapmakla geçiyor yahu. Sürekli yüzümde bir "fake" gülümseme, mutluyum abi ben havaları, nasılsın sorusuna iyidir diye cevap vermeler falan. Bu yaşıam kadar böyle devam ettim, "story of my life" dedim ama sonum Eyjafjallajökull gibi olacak diye korkuyorum da kendimde o gücün olmaması tek tesellim. Kendime gelsin: Tool - Terrible Lie

Dippest note: Resim ilk başta "emo" olarak gözükebilir, ama anca bunu bulabildim.



MusicPlaylist
Music Playlist at MixPod.com


14 Nisan 2010

And Now We Can(t) Have It




Ah be Peyton ! Oldu mu şimdi ? Böyle olmaması gerekiyordu da ne demek ? Şimdi ben Banking çalışmak yerine boşuna mı 2 bölüm izledim ha ? Sanki bu bölümü ilk defa izliyormuşum gibi konuştum. İlk izleyişim sanırım 4 yıl önceydi. O zaman tabii ki neler olacağını bilmediğimden daha heyecanlıydım ama bu seferki de fena değildi. Gerçi şu an önümüzüdeki 3,5 sezon boyunca kavuşamayacaklarını da biliyorum, ama yine de Lucas - Peyton bir başka. Ryan - Marissa gibi neredeyse. Ama konumuza dönelim.

Bazen her şeyi akışına bırakmak en iyisi diyebiliriz. Planlamadan, anı yaşayarak sürdürmek ilişkileri. Ama o zaman da karşımıza en büyük sorun çıkıyor, ilişkiye bakış açısındaki farklılık. Karşındakinin aklını okuyamıyorsun ki, Lucas genelinde tüm erkeklerden, Peyton genelinde tüm kızlardan bahsediyorum, ne bilsin zavallı Lucas çok hızlı gittiğini, olayları biraz abarttığını. Ne bilsin Peyton Lucas'ın böyle olduğunu, hep derin olduğunu, hep dolu olduğunu. Tek bildikleri şey birbirlerini deli gibi istemeleri ama olaya farklı yerlerden yaklaşmaları her şeyi bozuyor. Eninde sonudna birleşecekler ama neden bu hemen olamıyor ? Neden birçok kişi acı çektikten, birçok pişmanlık yaşandıtkan sonra anca dank ediyor ? Ey Lucas tarafı, neden çenenini tutamazsın, anı bozarsın ? Ey Peyton tarafı neden korkarsın ? Neden aslında istediğin şeyden kaçarsın ?

2 bölüm sonra One Tree Hill'deki en favori sahnelerimden biri gözükecek. Travis - Re Offender eşliğindeki o mükemmel Lucas - Peyton diyalogu. Şimdiden tüylerim diken diken oldu be.

12 Nisan 2010

Ooo 5 TL ! İyi Değerlendirilirse İyi Para




Bugün akşam bataktan çıktıktan sorna çarşamba günkü Banking zımbırtısı sınavının kitabının fotokopisini çektirmek için arkadaşın yurduna gittik. Yolda tam yine battık diye düşünürken, hatta yanımdaki arkadaşım "benim param yok, benimkini sen ver" derken yaradan yüzümüze güldü ! Yürürken bir baktım yerde 5 TL ! Hemen 10 saniyelik bir beyin fırtınası yapıp para fotokopiye gideceğinden *ilim Çin'de de olsa arayınız* lafına sığınarak cinganlık yapıp atladık ! Fotokopiler 4 TL tuttu, artanını da dilenciye verdik. Mutluyuz.

Ne Seni Var Ediyor ?

Kendine bu soruyu sorup da cevap verenlere helal olsun. Ah Mori ah, düşünecek az şeyimiz varmış gibi sen de sik kafalarımızı.


** Dippest note: Google'a ne seni var ediyor yazdım, belki ilgi çekici bir resim çıkar da koyarım diye, bu isimde bir blog gördüm, pek de güzelmiş, paylaşayım:

7:30 Taktiği




Günaydın elektronik günlüğüm, günaydın şu an ayakta olan yoldaşlar ve Allah sizi bildiği gibi yapsın şu an hala uyuyan emperyalistler !

2 sınavdır bunu uyguladım, gayet de olumlu sonuç verdi. Aslında bunu uygulamanın nedeni biraz da önceki güne kaçıyor. Sınavdan önceki gün bir bahane bulursun -ki dün benim bahanem içimde birdenbire yeniden beliren One Tree Hill aşkıydı- ve elindeki notlara bakıp "Hacı sabah erken kalkıp çalışayım, daha çok aklımda kalır" dersin.

Her zaman demişimdir, çok sahtekarım çoooooooooooook.

They Are Not You




"Gece gündüz elinden gelenin en iyisini yapan bir dünyada, kişiliğinden sıyrılıp hiç kimse olmak seni benzersiz biri yapar. Bu, bir insanın en fazla savaşabileceği ve asla durmayacağı en büyük savaşta savaşmak demektir."
diye buyurdu E.E. Cummings bu One Tree Hill bölümünde (1x03)

Günden güne bayağılaşan, değişimden, farklılıktan korktuğu için kendini keşfetmeyi reddeden insanlar doldu dünya. Halbuki farkını ortaya koyarak, diğer insanlar gibi olmayı reddederek kendi devrimlerini yapabilmeli her tekil bünye. Benzersiz olmak ya da daha az iddialı haliyle farklı olmak korkualcak bir şey değildir, aksine bununla gurur duymalısınız. Bunun için savaşmalısınız. Tekil hayatlarımızın devrim potansiyellerini engellememek dileğiyle.


Fizying - How Good It Can Be | Silence is Easy | You Dance

11 Nisan 2010

Korkma

"Korkmanın utanacak bir yanı yoktur. Hepimiz korkarız! Çözmen gereken şey ise, neden korktuğundur. Çünkü ancak onunla yüzleşirsen, onu yenebilirsin. Ya da daha iyisi, onu kullanabilirsin."

Az önceki bölümde (1x02) Koç Wihtey Durham tarafından söylendi bu söz. Bu konuda dolmuş, biraz, da yetenekli biri rahatlıkla sayfalarca yazı yazabilir bu konu hakkında. Ben sadece bu konudaki dolgunluğuma güvenerek başlıyorum.

Neden korkarız ? Çoğu zaman bilinmezlikten. En basit örneği, karanlık ! Karanlıktan neden korkular ? Çünkü orada ne olduğunu bilemeyiz. Neyle karşılaşacağımızı, bize bir zarar gelip gelmeyeceğini bilemeyiz. Bilinmezlikten korkulur mu ? Korkulmamalı. Örneği daha da güncelleştirirsek, hoşlandığımız karşı cinse açılmak ! Bundan niye korkulur ki ? O kişinin vereceği cevabı bilemeyiz, ama kendimizi şartlandırırız "siktir" yemeye. En başta bahsedilen bilinmezliği hemen negatife çevirdik bile !

Yeteneksiz olduğumu söylemiştim, neyse ki bölümün sonundaki Lucas alıntıları imdadıma yetişti: "İçindeki yangının sönmesine izin verme, bir kıvılcımdan yeri doldurulamayan diğerine, tahminen en ümitsiz takaslarda, tam olmayan, şimdi olmayan ve uygun olmayan biçimde. Ruhundaki kahramanın yok olmasına izin verme, yalnızlık içinde hüsranları hakettiğin hayat için ve asla ulaşmayı başaramadığın için. Arzuladığın dünya, kazanılabilir. O, var. O, gerçek. O, mümkün. Ve o, senin..." (Ayn Rand - Atlas Shrugged)


"Korkma" demek istiyor sanırım.


Fizying - Echo | Belief

Idefixing - Atlas Shrugged

Yeniden One Tree Hill




Bugün otobüste, eve dönerken küçük çaplı bir nostalji yaşadım, hatta birden esti bile diyebilirim ! Sanırım telefonumdaki Don't Confess şarkısından olsa gerek bir anda One Tree Hill'in ilk sezonu ne kadar güzeldi, The OC tadındaydı" diye düşündüm. Ardından diğer taraftaki iç sesim "Kendine gel ! Yarın dinamik sınavın var, şimdi othnin sırası değil" dese de daha sahtekar, daha kandırıkçı olan ilk iç sesimi dinledim tabii ki !

Az önce bitti ilk bölüm, HARİKAYDI AMINA KOYİM. İlk izlediğimdeki zevki aldım neredeyse. Çalan şarkılar, Peyton'ın o tarif edilemez güzelliği, Lucas'ıs "iyi" halleri, Nathan'ın piçlikleri ve ve ve "basketbol" Hep demişimdir, dizi basketboldan uzaklaştıkça kötüye gitmiştir, 1. sezondan şimdiki 7. sezona her sezon daha az basketbol sahnesi izledik ve sonuçta dizi şu anki bok gibi haline geldi. Duydum ki Lucas ve Peyton da yokmuş şu an ! Gerçi nasıl benim için The OC 5 sezonsa, One Tree Hill de 4 sezondan ibaret. Yarınki sınavıma inat 2 bölüm daha izlemeyi planlıyorum, çok özlemişim Tree Hill kasabasını.

Ayrıca "Dashboard Confessional - Hands Down", "Saliva - Rest In Pieces" ve "Pete Yorn - EZ" gibi feci şarkılar da ilk bölümün bizlere hedyesi.

Bilenler bilir, özellikle ilk sezonlarda her bölümden sonra edebi insanımız Lucas'tan harika alıntılar yapılır, bu bölümün alıntısı da pek hoştu: "Gelgit gibidir bir erkeğin ilişkileri...Selde sürüklenir, kaderine doğru...İhmal edilmiştir hayatlarının seferi, mâhkumdur karaya oturmaya, sefalete. Öylesine büyük bir okyanusta yüzüyoruz işte...Ve arkamıza almalıyız akıntıyı, hâlâ bizden yanayken...Yoksa kaybederiz şansımızı, herşeyden önemlisi."



Fizying - Hands Down | Rest in Peace | EZ

10 Nisan 2010

Yaz Geldi




Havalar artık sıcacık, gözlük takmaya bile başladım. Haliyle artık biraz daha hareketli şarkılar dinlemeli. Farkettim ki güncel arşivim, son keşfettiklerim çoğunlukla mıymıy/bunlaım şarkılar ki çok şaşırtıcı bir durum değil tabii ki bu. Bu sebepten hem havalara uygun şeyler dinleyelim, hem de son çıkan albümlerden haberdar olayım diye birazdan, hiç üşenmeden wiki kaynağıan başvurup 2010 albümlerine dalıyorum. Amaç işe yarar en az 10 albüm / 30 şarkı bulmak, rastgele bana.

Yumurta - Kapı

Eskiler ne derler bilir misiniz ? (sdfsfdlölsdşfölşdsfölşsdf) Yumurta kapıya dayanmadan bitir şu işi ya da bunun gibi bir şey. Utanmadan başvurduğum Erasmus'un ingilizce yeterlilki sınavına 5 gün kaldı ve ben daha bugün çalışmaya başlayacağım, hatta çok çalışacakmışım gibi bir de taşşaklı bir kitap aldım. Not ortalamam o kadar düşük ki sınavdan 85-90 alırsam anca kabul edilmek için şansım olacak.Hatta moron gibi 3. sınıfta başvurduğum için kabul edililirsem okulum muhtemelen yarım dönem uzayacak ki nasıl osla kabul edilmeyeceğim diyerek şimdilik bunu önemsemiyorum. Buaradan 1. ve 2. sınıflara sesleniyorum ! Siz siz olun, Erasmus başvurularınızı, not ortalamanızın tavana vurduğu ilk 2 yılınızda yapın, benim düştüğüm moronluğa siz de düşmeyin. (Çok feci toplumsal mesaj veririm.)

Kazanan Yalnızdır'a Doğru

Yaklaşık 3 haftadır okuyorum, hala bitmedi. Gerçi şu sıralar kendimi avutmak için bahanelerim var. Yok sınavlardı, yok stajdı, yok havalar güzel vs. vs. Ama yakında bitecek kitap. Hatta üşenmezsem biter bitmez yazarım buraya ki içinde üzerini çizdiğim oldukça fazla söz var. Konusu da orjinal, karakterleri de. Sevdim yani, bakalım sonu da bana kendini sevdirebilecek mi

Muz Sesleri




Ben okuduğum kitaplar bittikeç buraya yazıyordum değil mi ? Unutmuşum bunu, Muz Sesleri biteli yıllar oldu, o yüzden unuttuğum içni detayları yazamayacağım ama kitabın hiç sıkıcı olmadığını, çok önemli mesajlar verdiğini ve "yabancıroman" tadında olduğunu söyleyebilirim. Her zamanki gibi sonunu beğenmedim, ama kesinlikle benden kaynaklanıyordur ki filmlerin, dizilerin, kitapların sonları genellikle beni tatmin etmez.


*** Dippest note: Kitabı bizim okulun ordaki "Yer Shop"tan gayet korsan ve 5 TL'ye aldığım için orjinalinden haberim yoktu, geçen bizim okulda birinde gördüm, gayet hoşmuş, kabartmalı falan, kıskandım. ***

Hukuking

Yıllardır alttan alttan aldığım Hukuk dersimin vizesi o kadar iyi geçti ki, sınavdan sonra "hay a.q 90 alıyorum =/" dedim. Hem çalışınca hem de sorular kolay olunca bu okul çok şirin, tasasız bir yere dönüşüyormuş be.

Twilight Okuyan Erkeğe İbne Damgası Vurmak




Dün otobüste sınava doğru giderken, tam da Bubbly'deki "what am i gonan say when you make me feel this way ? I just mmm" kısmını dinleyip mest olmuşken ne göreyim ! Otobüse elinde tıvaylayt kitabı olan bir çocuk bindi. Artık çok mu seviyor o vampirli şeyi ya da "kızlar bu kitabın hastası, elimde bu kitapal görüneyim de belki bir şeyler düşer" mantığıyla mı hareket ediyor bilinmez ama benden ibne damgasını yedi, üstüne üstlük geldi bir de karşıma oturdu moron.

*** Dippest note: Kitabın kapağında neden elma var ? ***

7 Nisan 2010

Moronizm

""" o tarihte italyada comoda olacağım malesefffffff. keşke gelebilseymişimmişim. ama sevgilimin habersiz ayarladığı ve göl kenarında geçireceğimizi öğrendiğim bu romantik tatili iptal etmem mümkün deyil. o yüzden iyi eğlenceler herkese. kimse yazmamış diye, event panolarında olması gerek bir shout diye shoutladım bunu. ve evet canım sıkkın. """

Noktasına dokunmadan yazdım. Yukarıdaki yazı bir lastFm üyesine ait, ismini de yazacağım rencide de olsun, ama önce niye yazmış, nereye yazmış, kafası mı yiyimiş sorularına cevap bulalım.

Bu mesaj lastFm'deki Sakin'in konser sayfasına yazılmış, kahramanımız bu çok istediği konsere gidemiyormuş ve sebebini bizlerle paylaşmak istemiş. Çok iyi niyetle dostumuz konser sayfası boş durmasın diye yazmış, yani sakın ola ki başka amaçlar aramayın, fesatlık yapmayın ! Ayrıca bu canlı ğ yerine y kullanangillerden.

Allah'ım ! Sen Sakin'i böylelerinden uzak tut !

İşte o insan: http://www.last.fm/user/rashuem

6 Nisan 2010

Sen ve Ben

Bize dair söylenecek tek söz belli: Sen ve Ben ikimiz, kabul et en dipteyiz

4 Nisan 2010

Bu Güzel Pazar Gününde... [2]

F1'i 12de başlıyor sanıp halbusi 11'de başladığını öğrenip startı kaçırsam da (bu güzel pazar gününde), ardından önümdeki not yığınına dönüp monetarynin 11 mart haftasındaki konuları bitirmeye çalısşam da (bu güzel pazar gününde), çalışacak 2 haftalık konumun kaldığını farkedip two and a half men'in inmesi sonucu mutfaktan abur cubur almaya gitsem de (bu güzel pazar gününde), evde hiç 3ü bir arada kalmadığını öğrenip ezik gibi 2si bir aradaya şeker atsam da (bu güzel pazar gününde) tekil hayatımdan son derece memnunum be.

Bu Güzel Pazar Gününde...

One Love'daki performansının şarkı aralarında bu deyimi sıkça kullanmıştı Yasemin Mori, o günden beri dilimde. Peki bu güzel pazar gününde benim planım nedir ? 12'de Malezya Gp başlayacak, son 10'da 2şer Ferrari ve McLaren'in olduğunu düşünrsek zevkli bir yarış olacak. Yarış başlyana kadar, önümüzdeki 1 saat dün yarım bıraktığım monetary vizeme çalışmaya devam edeyim diyorum, daha akşam turkish foreign policy zımbırtısı var, cimriliğim tuttuğu için kitabını almamıştım, notlarla bakalım nereye kadar ilerleyebileceğim.

Önümüzdeki 1 saat pcde FM açık, arka fonda David Helfgott piyanoyla sevişirken ben de monetary vizeme odaklanmaya çalışacağım, bu güzel pazar günü bana kızmasın, 2 hafta sorna görüşelim, telafi ederim bu eylemlerimi.

3 Nisan 2010

Böylesi Bulmaz Beni

I've been awake for a while now, you've got me feelin' like a child now. 'Cause every time I see your bubbly face, I get the tinglees in a silly place. It starts in my toes and I crinkle my nose, wherever it goes I always know that you make me smile please stay for a while now, just take your time wherever you go. The rain is fallin' on my window pane but we are hidin' in a safer place, under the covers stayin' safe and warm, you give me feelings that I adore. They start in my toes and I crinkle my nose, wherever it goes I always know that you make me smile please stay for a while now, just take your time wherever you go. What am I gonna say when you make me feel this way? I just, mmm...It starts in my toes makes me crinkle my nose, wherever it goes I always know that you make me smile please stay for a while now, just take your time wherever you go. I've been asleep for a while now, you tucked me in just like a child now. 'Cause every time you hold me in your arms, I'm comfortable enough to feel your warmth. It starts in my soul and I lose all control when you kiss my nose the feelin' shows. 'Cause you make me smile, baby just take your time now, holdin' me tight...Wherever, wherever, where ever you goç...Wherever, wherever, where ever you go...

Pamela - Beni de mi ?

Yıllar sonra görüştüğümüz o ilk gece, ikimiz de bir an durduk kaldık sessizce. Geçmişte buluşamamış ateşli ruhlar "Bir hastalığı var mıdır" gibi korkular. Elinde beliren dolu viski şişesi, konuştuğum dili anlamanın neşesi, "çıplakken de güzel misin"diyen bakışlar, emin olunca gözde beliren ışıltılar. "Senden önce böylesi olmadı dedin" Beni de mi İstanbullu zannettin ? "Tatlım seni çok seviyorum" demek, daha güçlü sandığın maymunu öpmek. Sonumuz olmadı küçük sevgilim, kim olduğumu hiç mi göremedin ? "Evet,evet aşkım" diye bağırmak, karşındakini ele geçirdin sanmak. Bir arkadaşın evinde geçen ilk gece, gözlerinde okuduğum küçük endişe, birkaç hafta sonraki ilk buluşmamız, onlarca kez birbirimize kavuşmamız. "Senin için her şeyi yaparım adamım" "Senin için her şeyi yıkarım kadınım" Gerçek aşkın getirdiği hızlı dürüstlük, bunun sende yarattığı büyük kötülük. "Senden önce böylesi olmadı dedin" Beni de mi İstanbullu zannettin ? "Tatlım seni çok seviyorum" demek, daha güçlü sandığın maymunu öpmek. Sonumuz olmadı küçük sevgilim, kim olduğumu hiç mi göremedin ? "Evet,evet aşkım" diye bağırmak, karşındakini ele geçirdin sanmak.

Espanol !

300 TL verip %60ına gittiğim Tömer'deki İspanyolca kursumdan sonra bu kez 75 TL'ye mütevazi mi mütevazi Eminönü Halk Eğitim'de başlıyorum. Az da olsa temel bilgim olduğundan ilk derslerde herkes alay edebilirim, hatta vize haftama gelen ilk derslere girmeyebilirim de. Yalnız bir sorun var, pazartesi-çarşamba gitmeye tamam dedim ama ben çarşamba günleri okula gitmiyorum ki ameka ! Sırf kurs için otobüs + vapur + tramvay yapmak zorunda kalacağım, ayrıca işe de bir yalan uydurmam lazım, şeytan diyor (ya da melek) bu defa bir değişiklik yap, sahtekarlığı bırak da doğruyu söyle onlara, ama daha kararımı vermedim, tarzım değil sahtekarlık yapmadan duramam.

5-16 Nisan

Hayır bu tarihin !f'imsi festivallerle alakası yok, geleneksel 6. vize festivalimizi kutluyoruz.

3. sınıfa ait olan 6 dersim ve biri ilk, diğeri de ikinci sınıfa ait 2 alttan dersimin serpiştirildiği bu 2 hafta bakalım bu yıl nasıl geçecek. Her zamanki gibi çalışmaya, mümkün olan en geç tarih olan, bugün başladım o da kısa sürdü. Canım FM oynamak istiyor, dışarı çıkmak istiyor, ama vicdanım hayır diyor. Buradan vicdanıam sesleniyorum, madem beni o zevklerden engelliyorsun, bari içime ders çalışma isteği ver ! Son 1,5 saattir sadece duruyorum, tek tesellim 3 sayfa özete denk gelen kısım kadar çalışmış olmam. Aslında yanlış yazdım, tesellim bununla sınırlı değil. Sınıf öğretmeni kıvamındaki hocamız sağolsun konular oldukça basit, birkaç formül ezberleyip, studyguide nimetini de yalayıp yuttuktan sonra 80 almak içten bile değil ! Tabii bunlar intermediate monetary içni geçerli, ondan önce pazartesi günkü turkish foreign policy dersine daha hiç başlamadım. Cimrilikten kitabını da almadım bakalım ne bok yiyeceğim.

Bu konuluk bu kadar sevgili elektronik günlüğüm, pazartesi günü sana turkish foreign policy vizesi hakkındaki görüşlerimi de açıklayacağım.

1 Nisan 2010

Sentetik Sezar

Şarkıyı anlamak için bayağı uğraştık, şimdi de başımıza klibi çıktı

http://www.facebook.com/video/video.php?v=422560958988&ref=mf

Baktığın gün söyle açık mı ?

17 Mart 2010

Sentetik Akustik




Sakin'in bu sezon Ghetto'daki son konseri çok farklı bir formatla karşımıza çıkacakmış Haydi bunu biletixten dinleyelim: "Bütün sezon GHETTO'da sürdürdüğü konser serisinin bu son ayağında, Sakin ilk defa sergileyeceği bir konser formatıyla sahne alıyor: SENTETİK AKUSTİK. Grubun ilk albümü ‘Hayat’ta yer alan şarkılarının akustik versiyonlarının yanı sıra, dinleyicileri yeni albümde yer alacak şarkılar ve yerli-yabancı sürpriz bazı coverların olduğu bambaşka bir konser bekliyor. Sakin'i değişik bir enstrümantasyon ve icrayla izlemeye hazır olun!"

Bu yazıyı okumak bile insanı heyecanlandırıyor. Hem de bu kez bize bir kıyak yapılmış, biletler sadece 25 TL Bu knoser kaçmamalı...


Yer: Ghetto | Tarih: 9 Nisan | Saat: 22:30

Bugün Hepimiz İrlandalı'yız




İçimdeki İrlandalı kıpır kıpır bugün, çünkü bugün tüm yıl beklediğimiz o büyük gün, St Patrick günümüz kutlu olsun yoldaşlar !

Bugün yeşil giyinmeye özen gösterin, irish publara akın, şansınızın yanınızda olduğunu hissedin, etrafınıza "Kiss me , I'm Irish" diye bağırın. Sakin'in dediği gibi " Bugün senin günün" ama onu da mahvetmeyin olur mu ?

Eminönü - Kadıköy Arası Hiç Bu Kadar Uzun Olmamıştı

Başlığa nazaran yazı çok kısa kalacak. Çünkü her şey çok net, "story of my life" ameka.

Dersim 12ye doğru bitti, yemekte sütlaçın olduğunu öğrenince soluğu yemekhanede aldık, yemekten sonra bizim "team" satıcı olduğundan batak oynama şansı yoktu ben de bari evde tek başıma keyif yapayım Lost'u erken izleyim diye koşturarak motor iskelesine gittim. akbili bastım baktım bir motor kalkıyor, üzerinde de Kadıköy falan yazıyor atladım tabii ki, ama nerden bileyim ben motorun Karaköy'e gideceğini ? Çok uzun, çok çok uzun bir yolculuktan sonra (45 saniye) Karaköy'e vardık ! Halatçı abinin de yardımıyla bana "direkt" Kadıköy'e gideceği söylenen yandaki motora atladım, taktım kulaklığı geçtim en arkay, ama şanssızlıklar bunla da bitmiyor ki yine uzun bir aradan sonra (45 saniye) bir baktım ki tur-yol'cu abilerden biri ön tarafta zıplıyor, beni çağırmaya çalışıyormuş meğersem Evet bildiniz, bu motor da sadece Karaköy - Eminönü arası yapıyormuş en sonudna yandaki motora atladım, "nihayet" bu seferki yolculuğumuz 20 dakika sürdü, kendimi "şanslı" hissettmem gerekmez sanırım

Sorna da niye karamsarsın derler bana, ulan bir insanın irili ufaklı tüm işleri mi ters gider ? 40 gğn 40 gecelik bir "abdeste" ihtiyacım var.

16 Mart 2010

Sakin'in Değiştirdikleri

Bu sorunun onlarca cevabı olabilir: Hayata bakış açımı, yaşama nedenimi, müzik zevkimi hedede hödödö diye artistik cevaplar verebiliriz, ama herkesin gözünden kaçan bir husus var, Sakin öyle bir alışkanlığı değiştirdi ki, bu bence devrim niteliğinde bir olaydır. Yıllardır hepimiz, halkımız, vatandaşlarımız bir seyahata çıkmadan bir gece önce gerek facebooklarına, gerek msnlerine, son zamanlarda da twitterlarına "xxx yolcusu kalmasın" yazarlardı. Ama Sakin sağolsun, en azından Ankara için, bu alışkanlıklığımız değişti ! Artık bir Sakin sever Ankara'ya gidecekse, bir gece öncesinden sosyal paylaşım ağlarındaki iletisini "Ankara yolcusu kalmasın !" diye değil, "Bir kıpır içim bugün, durmuyor. Yolculuk Ankara !" olarak değiştiriyor.

Bu da kendi çapımızda tekil hayatımızın bir devrimi olabilir, yaptığımız devrimleri küçümsemeyelim, sonuçta tekil bir hayatımız var, hamlelerinin de sınırlı olması doğal. Darısı Sakin sever olmayanların başına...

Alicia Keys - How to Save a Life




Coverlara zaten bayılırım, hele bu coverlanan şarkı çok sevdiklerim arasındaysa bayılma katsayım artar, bazen bunlara ek olarak coverlayan kişiyi de çok seviyor oluyorum, işte o zaman değmeyin keyfime ! How to Save a Life'ı The Fray'den bilmeyen yoktur, derin sözlerini piyanoyla harmanlamış, oldukça etkileyici bir şarkıdır. Bu tip şarkıların coverlanmasını hep dört gözle beklemişimdir, hele ki piyano ağırlıklı bu şarkının piyano deyince akla gelen 4-5 isimden biri olan Alicia Keys tarafından coverlanmış olması benim için bulunmaz bir nimettir.

Hanı bazı coverlar vardır, şarkının size orjinalinde hissetmediğiniz kısımlarını hissettirir, bu şarkının orjinalini daha kötü yapmaz, sadece şarkıya bakış açınızı değiştirip sizi şarkıya bir başka yönden bağlar. Bu coverda da tam bu olay başıma geldi. "He will do one of two things: He will admit to everything or he'll say he's just not the same and you'll begin to wonder why you came." Nasıl olur da bu muhteşem sözleri daha önce fark edememişim ? Demek ki Alicia Keys gibi şarkıyı daha fazla hissederek söyleyen birilerine ihtiyacım varmış.

Hepimizin başına gelmez mi bu ? Her şeyi kabul etmekle, farklı olmak arasında seçim yapmak zorunda kalırız hep. Hiç düşündünüz mü siz hangi tipe giriyorsunu ? Farklı olanların karşısı niye hep boş kalır peki ? Neden tek tip insan olmak zorunda bırakılıyoruz ? Çok mu farklı yollara çektim konuyu acaba, ama bu sözler bana bunları hissettiriyor. Ayrıca çok soru sormuşum. Ben bunlar üzerine biraz kafa yorayım...

İkarus'lü Sayfa

Burası tekil hayatların yaptığı devrimlerle çok ilgili bir blog olduğundan logoda idolümüz İkarus'un olmaması büyük bir ayıptı, bunu da giderdik. Logo için Behçet'e teşekkürler. Kendisi süpersonik bir tasarımcıdır, işiniz düşerse: "bcaglar@ymail.com" (Reksan Reklam sunar.)

14 Mart 2010

Teker Teker Gelin !

* 20 Mart The Subways: 25 TL
* 2 Nisan IAMX: 25 TL
* 7 Mayıs Anathema: 40 TL
* 22 Haziran The Cranberries: 78 TL

Ve daha Masstival'dir, One Love'dır açıklanmadı. Sanırım hepsi sözleşmiş, bu yıl beni batırmak için toptan geliyorlar. Feci bir şekilde arada akldım, dördüne de gitmek istiyorum ama zor görünüyor. Baba duy beni !

13 Mart 2010

Björk - Pagan Poetry

I love him, I love him
I love him, I love him
I love him, I love him
I love him, I love him

She loves him, she loves him
(This time)
She loves him, she loves him
(I'm gonna keep it to myself)
She loves him, she loves him

She loves him, she loves him
(This time)
She loves him, she loves him
(I'm gonna keep me all to myself)

She loves him, she loves him
(And he makes me want to hurt myself again)
She loves him, she loves him
She loves him, she loves him
(And he makes my want to hand myself over)


Evet. Dün gece bu sözler ırzıma geçti.

Yaşar - Masal

Burkar içimi bir sızı içim boğulur, sanki peri padişahının kızı ! Bu kadar naz, sabır kalmaz, etme ne olur. Sarkar içime bir hasret içimde durur, sanki anka kuşu musun mübarek, kavurup kasıp, sırra kadem basıp gitme ne olur. Masal bu ya oldu ya cezbime tutuldu ya kaçma ! Böyle biri karşına kaç kere çıkar ? Geldi deli efkarın içimi sardı, gir sinemin sinemin içine yar. Bak yaş oldun didemin ucunda varsın, ak sinemin sinemin içini sar. Burkar içimi bir sızı içim boğulur, sanki peri padişahının kızı !Bu kadar naz, sabır kalmaz, etme ne olur. Bu hayal meyal masal hep okuduğum mu ? Seni ejderhanın elinden alıp koruduğum mu ?
Hani kahramanlar gibi sevecekken seni, masal bitti yaş akacak bak farketmedin mi? Geldi deli efkarın içimi sardı, gir sinemin sinemin içine yar. Bak yaş oldun didemin ucunda varsın, ak sinemin sinemin içini sar. Yalnız varsız demektir, elsiz kolsuz demektir. Kalan yalnız kalırsa, giden insafsız demektir. Geldi deli efkarın içimi sardı, gir sinemin sinemin içine yar. Sen bitmişsin kuşlar gider, dostlar gitmiş. Bir varmışsın, bir yokmuşsun…

Parazitting

Uzun süredir yapmıyordum bunu, öncelikle tanımlayalım. Parazitting demek 24 saatin tamamını evinizde geçirmek demektir. Mesela dün akşam eve 20'de geldiyseniz bugün saat 20'ye kadar evden dışarı adım atamazsınız, alt kata dahi gitseniz olmaz, çünkü bu parazitting'in ruhuna aykırıdır. Ama parazittingin kurucuları bu kuralı az da olsa esnetmişler, hiç oyalanmamak şartıyla parazittingin olmazsa olmaz kuralı abur cubur alışverişi için çabucak markete gidip gelmenize izin verilmiştir. Son kuralımız ise pijamalarınızla oturmak zorunda oluşunuzdur. Kot giydiğiniz an parazitting biter, dışarı çıkabilirsiniz artık kasmanıza gerek yoktur.

Tanımı yaptık, artık kafamızda çok net. Herkese tavsiye ederim bu eylemi. Ben tüm gün kitap, dizi, internet, formula 1 eylemleri arasında gidip geleceğim. Boktan kırmızı renkli pijamam üzerimde, yanımda kahvem, onun yanında bimden aldığım ucuz (25 kuruşluk) centrom. Mutlu insan taklidi yapabiliyorum böylece.

12 Mart 2010

Blogun Benselleşmeyi Abartması

Bence çok vahim bir durum ! Bu aptal platforma girmeden önce "diğerleri" gibi olmayacağım sloganını belirlemiştim, ama kendimi kaybetmişim son günlerde. Aptal hayatımın aptal detaylarıyla doldurmuşum burayı. Bir süre müziğe, diziye, kitaba önem vermek gerek, ama tabii ki arada aptallıklarımı da yazmadan bırakmam. Bence bu düşünce de tekil hayatımın bir devrimi sayılabilir. (Yine benselleştim ameka)

Çilekli Olan Her Şey Güzeldir

Bilen bilir, bu mottoyu* sık sık kullanırım. Narlı-Çilekli çay hariç içinde çilek olup da tadı kötü olan bir şeye rastlamadım henüz. (Çayın kötü olmasının sebebi de tabii ki nar) Ama bazen bu motto sınırları aşabiliyor. Dün gece herkes "metalci birası" içerken çilekli votka içmem, bugünkü yoğurduğumu çilekli olanından almam derken akşam eve gelince farkettiğim bir olay artık durumun vehametini gösteriyor. DUŞ JELİM BİLE ÇİLEKLİ LAN !

* Slogan demektir, italyancanın dilimize zorlan soktuğu kelimelerden biri. Merak ettim şimd, acaba slogan Türkçe bir kelime mi ? Googlemaya üşeniyorum.

Daha İyi Olabilmek

"Yeniden bir insan olunabilir." Uçurtma Avcısı'nda Emir'e hitaben söylenmişti bu bilgece söz. Gerçekten öyle midir ? İnsanlar hayatlarında köklü değişiklikler yapabilirler mi ? İnsanlar sonradan iyi birilerine dönüşebilirler mi ? Sanırım evet. Bu konunun bir beden küçüğünü yaşadım geçen hafta, hem de iki kere. Salı günü her zaman olduğu gibi sabahın köründe evden çıkıp servisimin beni aldığı yerde beklemeye başladım, normalde en fazla 10 dakika bekelten servis 30 dakika oldu gelmedi, ben de burnumdan soluya soluya minibüse atlayıp işe yaklaşık yarım saat gecikmeli geldim. Tüm gün akşam çıkışta servisçiyi nasıl azarlayacağımı planladım, ama nedendir bilinmez (Uçurtma Avcısı!) günün sonuan doğru öfkem anlayışa dönüşmeye başladı, "insanlık hali, hatasız kul olmaz" gibi polyanna mantıklarının arkasıan sığınarak çok küçük bir serzenişle olayı geçiştirdim ve servisten indikten sorna kendi kendime dedim ki artık insanlara kızmadan önce 3 kere düşüneceğim ve kendimi yatıştıracağım. Netekim geçen gün kardeşime verdiğim " Ben eve gelmeden Lost indir." direktifim dikkate alınmamasına rağmen ben yine anlayış mantığıan sığındım, "this things happens" dedim.

Artık daha iyi bir insan olmak istiyorum...

6 Mart 2010

Numb

Yıllardır dinlediğim bir şarkıdaki tamamiyle beni anlatan o sözlerin yeni farkına varmam çok garip. Bunun nedenlerini sonra kendi içimde irdelerim, şimdi o şarkıya dönelim. Nefret ettiğim Linkin Park'ın tek sevdiğim şarkısıdır, daha sonra Jamelia coverladı da içimi ferahlattı, artık gönül rahatlığıyla linkin park dinlemeden de şarkıyı dinleyebiliyorum. Şarkının nakaratında "all i want to do is be more like me and be less like you*" diyor Jamelia ablamız. (Evet şimdiden itibaren şarkının Linkin Park'a ait olduğunu inkar edeceğim) Şarkının geneli de zaten bu düşüncelere yakın, ama o söz bambaşka.

Tek istediğim daha fazla kendim olmak mı ? - Evet aynen öyle. Peki, daha az siz olmayı mı istiyorum ? - Kesinlikle. Burada megalomanlıkla bu düşüncelerin arasındaki ince çizgiyi de farketmek gerek. Bu demek değildir ki ben süperim kusursuzum, diğer insanlar aptal. Hayır, ben öyle demiyorum ki. Benim amacım sadece kendim olabilmek, diğerleri gibi olmayı reddetmek. Kim iyi kim kötü kim bunun kesin cevabını verebilir ki ? İyi ve kötünün "göreceli" kavramlar olduğunu unutmamalıyız.

Bence herkes bu sözü kendine uyarlamalı, o zaman ki etrafımızdaki tek tip insanlar azalır, tekil hayatların yaptıkları devrimler artar, ama tabii tüm bunlar İkarüs'e bağlı. İkarüs başarırsa her şey yoluna girer, arkandayız İkarüs...

İkarüs

Her şeyin İkarüs'e bağlı olduğuna artık tamamiyle inanıyorum. O başarırsa, balmumu kanatlarını eritmeden denizi geçebilirse, ama tüm bunları kendini kısıtlamadan, özgürce uçarak yapabilirse, dünyada imkansız diye bir şey kalmaz. O zaman ki cam tavanımı kırabilirim, ama dediğim gibi, ilk adım İkarüs'ten gelmeli, imkansızlığı bizlere o ispatlamalı. Haydi İkarüs, aslansın İkarüs, yaparsın İkarüs, n'olur İkarüs...

1 Mart 2010

Üşengeçliğe Son

Tabii ki tamamiyle son veremiyorum, sadece üşengeçliğin etkilediği bir durumu düzeltme amacındayım. Belki daha önce yazmışımdır ya da tweetlemişimdir, saat 12ye yaklaştıkça telefona yeni şarkı atmam gerektiği gerçeği her gece beynimde dolanıyor, ben de her zamanki gibi üşengeçliğime yenilip ertesi gün kendime küfür ediyorum. Bu gece milat olsun, artık bu eylem üşengeçliğimin demir parmaklıklarından kurtulsun, bu da burada bahsettiğim tekil hayatımın devrimlerinden ilki olsun.

28 Şubat 2010

Kitap Maratonu

En son Uçurtma Avcısını okuduğumu yazmıştım ki her biten kitaptan sonra aynısın yapam niyetim vardı, ama işte o dillere destan üşengeçliğim beni çok engelliyor, bu sebepten şimdi arada okuduklarımı toparlayayım:

Aleksander Puşkin babamızın "Byelkin'in Öyküleri" kitabını okudum, tahmin edileceği üzere küçük küçük öyküler var içersinden. Sorun bende midir bilinmez, Rus edebiyatının babasını öykülerini beğenmedim ! Kesinlikle beni aşan öyküler olmalı, içinde anlayamadığım derin detaylar olmalı, yoksa Puşkin'den şüphe duyar hale gelirim.

Puşkin işkencesi bitince uzun süredir beklediğim Albert Camus - Yabancı'ya başladım. Varoluşculuk cart-crt hededehödödö muhabbetlerinden hoşlanıyorsanız o kitabı seversinizi ben ısınamadım, o da beni aştı sanırım.

Şimdi de Ece Temelkuran - Muz Sesleri okunmakta, çok uzattım onu da 2 güne bitmeli ve bitince buraya detaylı bir yazı yazılmalı, umarım üşenmem !

37,5 TL

Dün gece eve geç geldim, ertesi sabah 10da Taksim'de kursum olduğunu bilerek, hatta sayfalarca ödevim, yazmam gereken ispanyolca bir e-mailim olduğunun da farkında olarak. Ama sağolsun Demirel babamız bu gibi durumlar için harika bir laf bulmuştu: Demokraside çareler tükenmez ! Kursa gitmem olur biter gibi aptalca bir çözüm ürettim kendime, sabah annem beni kaldırmaya geldiğinde "Hocanın işi varmış, bugün kurs yok, sonraya ertelendi." yalanını da uydurdum, gönül rahatlığıyla camışlar gibi uyudum. Tabii ki saatlerimiz 11'e gelirken, kahvaltıdan sorna kursa gitmeyişimin bana kaç paraya patladığını hesaplamakta gecikmedim. Ama bu bir zarar gibi gözükse de benim mantığımca zarar değil. Bu duruma annemin küçüklüğümden beri bana söylediği şu söze benzetiyorum: "O kadar şeker attın bari iç şu çayı !" Şekeri attım, artık o şeker bizim için gider [yaşasın muhasebe], artık o çayı içsem n'olacak, içmesem ? İçersem şekerin bize giderinin yanıdna ayrıca bonus olarak kalori de kazanacağız, o zaman içmemek en karlısı değil mi anne ? O yüzden giden 37,5 tl'mize üzülmüyoruz, önümüzdeki derslere bakıyoruz.

Adios amigos !

HerŞey

Her şey ayrı yazılıyormuş, bildiğimle sürekli övündüğüm dilbilgisi bilgimin ne denli güvenilir olduğu ortaya çıktı. Ama ben bu kurala itiraz ediyorum arkadaş, hiç havalı gözükmüyor ayrı yazınca, "şey" tek başıan durunca iğrenç oluyormuş, başındaki "her" olmadan "şey"in esamesi okunmaz. Bundan sonra elimden geldiğince karşı çıkacağım bu kurala. [Evet canım çok sıkılıyor.]

22 Şubat 2010

Günün Şarkısı: Yaşar - Boş Sokak

Hiç niyetim yoktu ben maziye dönüp seni anıp düşünmeye. Eski bir şarkının o an birden geldiğini duydum penceremden. Koştum birden koştum, baktım hemen. Seni aradım hep penceremden, gözlerimde yaşlar birden coştu, fakat ne yazık ki sokak boştu...Gözlerim dolaştı bir bir bu yollarda, aradım seni her köşe başında. Kalbim ağlarken ah ne yazık ki belkide sen, sen başka kollarda ! Kapandı pencerem, şarkım sustu, artık o kalbimde çalıyordu . O eski hislerim birden coştu, fakat ne yazık ki sokak boştu...


* Bitsin bu hisli günler !

21 Şubat 2010

Hayatını Sikeyim *

Bugün bu lafı o kadar çok kullandım ki, etrafımdaki insanlar sözleştiler mi acaba diye düşünmeye başladım sonunda. Sabah otobüste düğmeye basmayıp vuran, saçını 25 değişik renge boyanan, ispanyolca kursumda yanımda ders boyu iğrenç espriler yapan, marketin kapısının tam önüne park edip içeriye girmeyi neredeyse engelleyen, bizim caddedeki iddaa bayisinin önünde abudik gubidik hareketler yapan insanlara bir kez daha hep bir ağızdan söylüyoruz: Hayatınızı sikeyim !

* Sikeyim diye yazılır, sikiyim diye okunur.

19 Şubat 2010

Tori Amos - Silent All These Years

Bazen hiç konuşamam, düşünürüm, düşündüklerimin dillenmesini çok isterim ama hiçbir şey duyamazsınız, çünkü konuşamam bazen. Sözcükleri kendime mi saklıyorum ? Düşüncelerimi cümle haline mi getiremiyorum ? Hayır. Ben sadece konuşmak istemiyorum bazen. Karşımdakinin beni konuşmadan anlamasını istiyorum, farklılık olsun istiyorum, konuşmadan da anlaşabilmeyi istiyorum...Çünkü, bazen hisleriniz o kadar derindir ki, onları anlatmaya, tam olarak ifade etmeye, hissetmeye kelimeler yetmez, o yüzden bazen konuşamam ben, gözlerimle, ellerimle anlatmayı seçerim, tabii anlayana...

18 Şubat 2010

İsyan Bu Haykırış

Zeka seviyeleri, espri anlayışları, kaliteleri, zevkleri, insanlıkları benden kat kat daha düşük olan insanlardan emir almak çok koyuyor, haksızlık bu...

( ... )


( ... )


( ... )

Daha fazla yazamam.

Dünya'nın En Komik Nicki

iusozluk'te rastladım kendisine, yaklaşık 3 saattir gülüyorum: evrimlesincesikerimdiemaymunalanadam

Yemekteyiz

Bundan sonra sık sık yazmaya çalışacağım, sadece beni ilgilendiren aptalca konulardan ilki:
Bugün menümüzde ezo gelin çorbası, kuru köfte, su böreği ve enginar varmış. Mutluyuz.

Okulu Özlemek

Yanlış anlaşılmasın, ilkokuldaki ara tatillerdeki "arhadaşlarımı ösledim, ötmenimi ösledim" tipinde bir yakarış değil bu, çünkü özlediğim şeyler canlı değil.

İnsan neleri özler ? Birşeyi kaybedince özler, daha önce sık sık sahip olabildiği bu yüzden o zamanlar değerini kavrayamadığı ama hasret kaldıkça köpek gibi ihtiyaç duyduğu şeyleri özler. sanırım ikinci gruba dahilim. Okulumun ilk 3 yılı bomboş geçti, çünkü sadece okul vardı ve kafama aptal bir şekilde "okul bitse de kurtulsak" düşüncesi hakimdi. Şu son 6 ay anladım ki okulu bitirnce ne bok yiyeceğimi bile bilmiyorum. Okuldaki rahatlığı, ortamdaki içtenliği, istediğimi yapabilmeyi bir daha nerelerde gerçekleştirebileceğim. Memur gibi 9-18 çalışmaktan başka bir bok olmayacak ileride. Bu yüzden artık okulum hiç bitmesin istiyorum, hayata atılmak, o aptal düzenin bir dişlisi olmak istemiyorum. sabahın köründe kalkıp otobüs/vapur/tramvay yapmaya bile razıyım.

Uyumak

Artistik olsun diye vikiden bilgiler bulup uyumanın tarihçesine hiç girmeyeceğim, direkt olarak içimi dökeyim: UYUMAK İSTİYORUM ARTIK !

Daha bu yaşta sabahın köründe kalkmaktan bıktım, ömrümün kalanının bu şekilde geçecek bunun da farkındayım da yok mudur bunun çaresi ? Belki çok basit bir sorun, bir kapris gibi gözükebilir ama sadece uyumak değil buradaki haykırış. Özgürlüklerin kısıtlanması, istediğimi yapamamam... İleriki yaşlarda düşündüğüm eski püskü kitap/cd/poster/dergi dükkanı projemi biraz daha öne mi alsam ne ? Gerçi bunun sonu da aynı yere bağlanıyor, benimse buna tek bir cevabım var, dün John Locke'un dediği gibi: "Don't tell me what i can't do"

Lost Nereye gidiyor ?

Son 2 bölümdür sadece son 5-6 dakika gerçek Lost gibi. İlk 35 dakikayı izleyenler kendilerini One Tree Hill'de falan sanırlar heralde. Yok kadermiş, yok duygusalllıkmış bize ne ki bunlardan ! Kafamın eskisi gibi sorularla dolmasına bile razıyım yeter ki Lost stilini değiştirmesin. Ne umutlarla beklediğim Locke odaklı bölüm bile insanları zırlatmaya yönelik çabalarla doluydu, olmuyor böyle J.J. Abrams, özüne dön ! Şunun şurasında 11 bölüm kaldı büyük finale, bu zırvalıklarla zaman kaybederek nasıl her sorunun cevabını vermeyi düşünüyorsunuz ?

14 Şubat 2010

Bir 14 Şubat Aktivitesi: FB - EFES Maçı

Yaşasın 14 Şubat'ta dışarıya "sap" çıkmaktan çekinmemek ! Bu basketbol derbisinin bu özel güne gelmesi ne güzel bir tesadüftür. Hatta saatinin 17 olması, tam kurstan çıkıp yetişebileceğim anlamına gelmesini saymıyorum bile. Tek kötü yanı akşamki Manisa maçını kaçıracak olmam, olsun uzun süredir basket maçına gitmiyordum, iyi olacak bu aktivite.

Supernatural 5x13: HA-Rİ-KA




Hep demişimdir, Supernatural'ın 5. sezonu çok sönük geçiyor, hele de ana konudan uzaklaştırdıkları bölümlerde. 513 tam bunların üstüne bana kocaman bir kapak oldu ! Kesinlikle bu sezonun en bomba bölümüydü. Supernatural'ın bizi her zaman can evimizden vurduğu aile kavramına bölümde inanılmaz dokundarmalar yapılmıştı. ayrıca ana konuya da çok açıklık getirecek olaylar vardı. Melek ağırlıklı, bol aksiyonlu, bol zırlatan, herşeyden olan muhteşem bir kombinasyondu. Dean yine her zamanki muhteşem laflarından 3-5 tane söyledi bu bölümde de. Ayrıca Cass da giderek daha da insanlaşmaya başlıyor dedirtti bizlere.

Umarım diğer bölümler de bu hızla devam eder, yarın 514'ü izleme planım var, eve ölmüş bir halde gelmezsem !

Küçük Prens !




Birisine verip de geri gelmeyen Küçük Prens'imin yerini bugün (dün) aynısı gibi olmasa da bir başkasıyla doldurdum. Taksim sahaflardaki her dükkana girip "Küçük Prens var mı ?" sorusunu sorup da garipsenmek değişik bir duyguymuş. Bu kitap sadece çocuklar için değildir beyleeeeeeeeeeer !

Yarın gece 4157. defa okumayı planlıyorum, aslıdna bu gece gerçekleşecekti bu plan ama birileri takmadı.

Hola !




Uzun uğraşlar sonucunda üşengeçliğimi yenip uzun süredir planlarım arasında olan İspanyolca kursuna başladım. 1 ay boyunca hafta sonları 10-15 arası Taksim'deki Tömer'deyiz artık. İlk ders gayet güzeldi. Telaffuzun çok eğlenceli olması, kuralların ingilizceye göre daha hafif olması ilk edindiğim olumlu izlenimler. Şimdilki ilk 4 kuru bitirip temel seviyeye ulaşmayı planlıyorum, umarım hevesim kırılmaz.

8 Şubat 2010

Kitap Hırsızları !

Herşey yıllar önce aldığım gözüm gibi baktığım -baktığımı sandığım- Küçük Prens'in kitaplığımda olmadığını farketmemle başladı ! Bunu görünce refleks olarak diğer eksik olabilitesi olan kitaplarımı kontrol etmeye başladım ki HP serimin ilk 4 kitabının da olmadığını farkettim ! İşin kötüsü o kitapları kime, ne zaman verdim hiç hatırlamıyorum. Evlat acısı gibi koydu be. Bir daha yok kimseye kitap mitap.

Rahatlamak

Hani olur ya birilerine birşeyler söylemeniz gerekir bazen. Bu sadece hoşlandığınız karşı cinse açılma şeklinde değil, dostunuza, arkadaşınıza, içinizdekileri söyleme şeklinde de olabilir. Söyleseniz, içinizde kurduklarınızdan onlara bahsetseniz, belki de her şey çözülecektir, ama işte insan yapacağı işlerin sonuçlarından o kadar korkuyor ki bazen...Kafanızda kurarsınız hep, söyleyip rahatlayım diye, böyle sürüncemede kalmasın diye, ama o korkuyu yenmek, sonuçlarıan katlanabilmeyi göze almak her zaman için alınması zor bir sorumluluk oluyor. İstisnasız her defasında ise, "oh be söyledim rahatladım !" der insan, korkacak bir şey yokmuş der, ama bunu bile bile ilerideki benzer durumlarda yine içine atar. Biz insanalr ne garibiz.

6 Şubat 2010

Ümit Zileli - Karanlığa Karşı Yazılar




Ümit Zileli'nin Mart 97 ile Ağustos 99 arasında Cumhuriyet gazetesinde çıkan bazı köşe yazılarının toplandığı kitap an itibariyle bitti, sevildi, tavsiye edilir.

Refah Partisi'nin en azılı olduğu döneme, 28 Şubat postmodern darbesinden hemen sornaya denk gelen kitapta, genelde Refah partisinin şeriatçı politikalarıan duyulan nefretle ilgili yazılar var. Erbakan, Erdoğan, Kazan gibi isimlerin, tarih sahnesine utançla yazılan sözleri, Refah'ın açıkça ortaya koyduğu rejim değişikliği olayları, Gülen Hoca'ya atıflar kitabın diğer ön plana çıkan yerleri.

Yakın tarihle ilgili oldukça öğretici bir kitap, okunmalı.

İleride Hep Böyle mi Olacak ?

Üniversite yıllarım 3 senedir ne kadar da rahattı. İstediğin zaman okula git, sabahları kalkmak istemediğinde sıcak yatağına geri dön, sen hayata değil de hayat senin programına uysun gibi. Hafta içi/hafta sonu kavramım dahi yoktu, hafta içileri bomboş olduğundan, hafta sonlarının tatil özelliğini bir türlü farkedememiştim. İnsan, hafta içleri dolu olunca hafta sonunun nasıl bir nimet olduğunu anlıyormuş. Sabahın köründe kalk çık evden, akşamın köründe gel, yığıl kal olduğun yere. İleride hep böyle olacaksa, neden mezun olup hayata atılmak isteyelim ki ?

Neyse ben şimdi biricik hafta sonumun ilk gününün tadını çıkarmak için yola çıkıyorum.

4 Şubat 2010

İzledik Sonunda, Mutlu Muyuz ?

9 aydır bekle, son 2 ayı teker teker günleri sayarak geçir, 3 Şubat günü gelip çatınca zar zor indir, 82 dakika boyunca ekrana kilitli kal, sonuç: yine bir bok anlamadık!

Bu sezon nasıl final sezonu olacak, hala cevaplanmamış binlerce soru var, eski sorular yetmiyormuş gibi her yeni bölümde yeni sorular ekleniyor zihinlerimize, bence dizi bitse bile hala bir sürü cevapsız soru kalacak, dizi bitecek ama biz hala hiçbir şey anlamamış olacağız, ne biçim de komik olurdu öyle olsaydı.

Şimdi gelelim naçizane bu bölümden anladıklarımıza: Öncelikle ilk dikaktimi çeken şey bu bölümdeki 2 önemli “ölümden sonra hayat” vurgusuduyu. Lost’un her zaman kaderle iç içe olan bir dizi olduğunu biliyoruz, ama daha önce hiç bu kadar keskin vurgular olmamıştı. Sayid’in ölüm döşeğindeyken söyledikleri ve Locke ile Jack’in Christian hakkındaki diyalogları oldukça manidar, ileride –umarım- çıkar kokusu. Ulaşabildiğimiz birkaç bilgiden biri de “Black Smoke”un kimliği oldu, hiç aklıma gelmezdi ! Ayrıca Juliet’in akıbetini de öğrendik. Juliet demişken, Miles aracılığıyla söylediğini öğrendiğimiz “It worked” lafı sanırım dizinin finalinin temelini oluşturacak.

Lost bu, cevaptan çok sorular bulmaya alışığız, benim aklıma gelen ilk soru Desmond’un uçakta ne aradığı ayrıca o hostes de yine önemli biri olacak sanırım. Ayrıca Tapınak’ın da ne olduğunu öğrendik, başımız göğe erdi ! Öğrenmez olaydık.

Hurley ve Miles’ın ölülerle ilgili olan yetenekleri de bu bölümde ön plandaydı. Lost’un finalini hep doğaüstü olaylara karışılmadan açıklanacağını hayal etmiştim ki artık bunu imkansız olduğunun farkına varmaya başladım.

Önümüzdeki bölümlerde bizi yine flash forwardlı anlar bekliyor. Ne kadar anlamıyoruz diye sızlansak da hepimiz farkındayız, Lost’suz olmaz.

1 Şubat 2010

Koğuş Kalk: 07:15 !

İlk 5 gününün istisnasız hepsinde 07:15'de kalkacağım bu lanet hafta başlıyor. İşim güzel, çok zevk alarak yapıyorum da sabah erken kalkma olayı her geçen gün daha da zorlaşıyor. Bir gün masa başında uyurken yakalanacağım işyerinde !

31 Ocak 2010

Boston Celtics - Los Angeles Lakers




Cuma günü NBA Stüdyo'yu izlerken Murat Kosova bu maç için "saati de çok uygun, herkes izlesin" demişti, ama saat kaçta olduğunu duyamamıştım. Bugün yayın akışına baktığımda gece 2'de oalcağı yazıyordu, haliyle ufak çaplı bir hayal kırıklığı yaşamıştım. Ama gel gör ki kanalları umutsuzca değiştirirken bir baktım saatler 22:30'a geldiğinde Garden'dan canlı yayın başlamış ! Pek mesut oldum, hemen erzaklarımı hazırlayıp attım kendimi koltuğa...

Daha hava atışı bile yapılmadan Pierce ve Artest'in birbirlerine girmesi maçın nasıl geçeceğinin bir göstergesiydi adeta. Nitekim Boston'lular, Lakers'a karşı en büyük güçleri olan sertliği daha maçın başında ortaya koymaya çalıştılar, ama gerek hakemlerin kolay düdük çalması, gerek Lakers'ın karşı koyması sonucu maç konuk takımın lehine ilerledi. İlk çeyrekte bariz bir Lakers üstünlüğü vardı. Kobe idare ederdi, Gasol fena değildi, ama Bynum tam anlamıyla büyük fark yarattı. Perkins'in faul problemine girmesiyle de rahatlayan Bynum, ilk periyotta takımını sırtladı, sezon top kullanma ortalamalarına ulaştı neredeyse ! İlk çeyrekte Boston'da Ray Allen attığı ilk baskette sonra sesini çıkaramadı, Garnett tutuktu, Pierce içe hiç yoktu. [19 - 30]

İkinci çeyreğe ev sahibi ekip bambaşka başladı. Doc Rivers'ın, takıma enerji getirme amaçlı Rondo + 4 yedek taktiği çok işe yaradı. Tony Allen'ın akıl almaz katkısı ve diğer oyuncuların yürekli oyunlarını harika yöneten Rondo, double double'a ulaşırken takımını da 10 sayı öne fırlattı. Çiçeği burnunda All-Star sadece atmakal kalmayıp, uykuda olan Pierce ve Perkins'i de hayata döndürdü. İlk çeyrekte 6 top kaybı yapan Boston, ikinci çeyrekte ise bu sayıyı 1'e düşürürken rakibi Lakers bu esnada 8 top kaybı yaptı ! Odom ve Kobe ile az da olsa nefes alan Lakers devreye hem psikolojik hem de sayı olarak geride girdi. [52 - 47]


// Umarım maç bitmeden uyumam !

Saatlerimiz 01:14 am: Oley be uyumadım !

Adına yakışır inanılmaz bir maç oldu. İkinci yarıya Lakers toparlanmış başladı, Rondo hariç Boston'u durdurdular, ama hücümda çok sıkıntı yaşadılar. Boston'da Rondo'ya House'un yardımı oldu, Lakers ise kenardan gelen oyuncuların katkısıyla ayakta kalmaya çalıştı. Boston savunması maç sonuna kadar Kobe'ye harika savunma yaptı, ama son topta Kobe, Allen'ın kusursuz savunmasını aşmayı baardı, kalan 8 saniyede ise Boston Allen'la basketi bulamayınca Lakers, ezeli rakibini Garden'da devirmeyi başardı. [89-90]

Diğer İnsanlar Çok ...

Özellikle son zamanlarda bu lafı çok kullanıyorum. Garip, değişik, aptal, şanslı, ilginç, yetersiz gibi sıfatlar ekliyorum o cümlenin sonuna. Bunun sebebi farklı olmaya çalışmak değil bence, farklı olduğunu farketmek ya da çoğu insanın aynı bok olduğunu düşünmek.

Sadece ben değil, herkes için 1 "Diğer insanlar" kavramı mutlaka vardır, bunu düşünmeseler bile. Çoğu insan kendini 1 kalıba sokar, 1 tarafa daha yakın görür, "Onlar ne kadar garip yahu" der, suç değildir ki bu, oldukça normaldir. Farklılıkların bir arada olması hayatı daha güzel hale getirmez mi zaten ? Herkesin zevkleri, savundukları görüşleri, ilgi alanları aynı olsa insanlar başka insanlarla tanışmayı istemezlerdi ki, kendi kendilerine yeterlerdi. Bu yüzden işte "Diğer insanlar çok bla bla" demekten korkmamak lazık, megolomanlık seviyesine ulaşmadığı sürece sorun yok.

Babamla Maç İzlemek

Bu her zaman küçük çaplı 1 işkence olmuştur, ama bugün nedendir bilmem, bu işkencenin dozu son raddeye ulaştı ! Bugün koşarken bi'şeyler mi oldu acaba da hırsını bizim futbolculardan çıakrdı anlamadım. Belki de sezonun en iyi futbolunu oynadığımız 1 maçta bile, neler neler söyledi yahu. Bunları duymaya katlanmak 1 yere kadar da bazen onay ister şekilde sormuyor mu o zaman iş daha da zorlaşıyor. Umarım bugüne özgüdür bu hiddet bu celal, yoksa işimiz zor.

30 Ocak 2010

Günün Şarkısı: Escape The Fate - Smooth

Grubun adını ilk defa duysam da, şarkıya tabii ki önceden hayrandım. Evet evet doğru tahmin, Rob Thomas-Santana yapıtı olan "Smooth" şarkısı "Punk Goes..." serisinin ikinci albümünde hunharca coverlanmış. Albümün tamamıan baktığımzıda en güzel şarkı oalrak göze çarpan coverımız, şarkının aslı kadar güzel olmasa da, punk sınırları içerisinde gayet hoş olmuş. Sonuçta 1 punk şarkısı ne kadar güzel olabilir ki ?

Ayrıca bu dandik grup Amerikalıymış, post-hardcore tarzında musiki icra ediyorlarmış. 2 tane de albümleri varmış screamoların.

29 Ocak 2010

Günün Şarkısı: Jimmy Eat World - 23

Öncelikle ismiyle 1 adım öne geçiyor şarkımız. İçinde 23 geçen herşey kabulümdür mantığımı seveyim.

Şarkı birden fazla kitleye hitap edebilecek düzeyde. 7 dakikalık versiyonu harika bir gitar şovuyla başlıyor, bazen hiç şarkıyı söylemesinler, sadece çalsınlar dediğiniz bile olabiliyor. Ardındansa o büyülü sözleri duyunca bu sözünüzü geri alıyorsunuz tabii ki.

One Tree Hill'in bize armağan ettiyi bu şarkının değerini bilmeliyiz, bunu unutmayalım.



MusicPlaylist
Music Playlist at MixPod.com

Shaq'sız 1 All-Star




4 Nba şampiyonluğu yaşamış, 3 kez finallerin MVP'si olmuş ve 15 All Star'da oynamış. Shaquille Rashaun O'neal bu yılki all-star'da yok...

Katıldığı tüm organizasyonlara renk katan, all-star'ı izlenilir hale getiren, onlarca filmde oynamış, albüm bile çıkarmış olan NBA'in en renkli oyuncusunu bu organizasyonun dışında görmek çok üzücü.

Umarım oynamasa da maçtan önce parkeye inip her yılki eşsiz gösterilerinden birini yapar.

RTE



İşçisine avucunuzu yalayın diyen, çiftçisinin anasına laf atan 1 başbakanımız var...

Şarkısızlık !

Uzun süredir şarkı keşfedemiyorum ! Elimdekiler tükenmek üzere. Yakın zamanda bununla ilgili bi'şeyler yapmak lazım.

Ne Olacak Bu Üşengeçliklerin Sonu ?

  • Telefonuma şarkı atmaya üşeniyorum.
  • Önümde duran, binbir zorluklarla toplanmış ders notlarına çalışmaya üşeniyorum.
  • Evden durağa yürüyüp otobüs+vapur+tramvay kombinasyonun başlamaya üşeniyorum. [bu normal sanırım bu havada]

Let's...

1,5 aydır yazmıyormuşum. Artık üşengeçliğe son verip saçmalaya başlamanın zamanı. Son büte de girip döneceğim sana benim yalnız ve güzel blogum.